Yöneticiler, olayları değerlendirirken objektif olamıyorlar. Değerlendirmelerine mutlaka taraflılığı ve kıskançlığı karıştırıyorlar. Hiç kimsenin gerçekler hoşuna gitmiyor. Geleceği göremeyenler, görenleri kıskanıyor. Başarısızlar, başarılı olanları karalamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Gerçeklerle,yöneticilerin anlayış ve icraatlarıtutmuyor.Dolaysıyla yöneticilerin bu durumundanülke sorundan kurtulamıyor.
Başarılı yönetici bir hata yaptığında bütün başarıları silinip, bir hatası abartılı anlatılarak toplum yanıltılıyor. Bu nedenle at izi, it izi birbirine karışıyor. Gerçekler anlaşılmaz hale getiriliyor. Gerçeği bulmak hiç de kolay olmuyor. Birçok kaynağı inceleyip, o günlerin konjonktürünü de dikkate alarak, bilim, akıl, mantık ve vicdanla değerlendirmek kaydıyla geçek bulunuyor. Çok insanda bu çalışmayı göze almayarak yanlışa inanıyor.
Ehliyet ve liyakat sahibi olmayan yöneticiler, utanma, çekinme, sıkılma duygusu ve töre ve yol yordam denen edep ve adaba uymayarak aklına geleni söyleyip, insanların kafasını karıştırıyor ve de birbirine düşürüyor.
Yöneticilerin en büyük eksiklerinden biri de olaylarıbaşlangıcıyla değil, sonuçlarıyla değerlendirmeleridir. Örnek: Rus’ların İstanbul Yeşilköy’e kadar gelip, İstanbul’u işgale kalkması. 1912 Balkan Harbinde 200.000 kişilik Osmanlı ordusunun, 40.000 kişilik Bulgar ordusuna yenilmesi.1915’teSarıkamış’ta tek kurşun atmadan, 90.000 askerin soğuktan donarak şehit olması, 1960-1980 2016 ihtilallerinin sonucunu anlatmak tarih bilimine uymuyor. Dolaysıyla halk gerçeği anlayamıyor. Tarih bilimine de gölge düşüyor.
Gerçekler halka ve gençliğe anlatılmadığı için yüzyıllardır süren kamplaşma bir türlü bitmiyor, hatta derinleşiyor. Devlete ve millete hizmet etmiş, iş aleminde başarılı olmuş kişiler ya gereğinden fazla yüceltiliyor ya da yerin dibine batırılıyor. Bizden-sizden rezaletinde eklendiğinde Milli Birliğin yara almasını yönetici önemsemiyor.
Ülkemizde, sevdiklerini ilahlaştırma, sevmediklerini yerin dibine batırma, ajan ve hainlikle suçlama gayet kolay. Bu kavga yüzyıllardır bir türlü bitmedi, bitecek gibi de gözükmüyor. Halk adına konuşanların büyük çoğunluğu ağzına geleni söylemeyi adet edinmiş. Diline ve eline sahip olamıyor.
Yönetici ve siyasetçilerimiz genelde tarihçi, araştırmacı, yazar-şair, siyasetçi rolünü üstleniyor. Dolaysıyla ‘’Yönetim ‘’ ve ‘’Siyaset Bilimine’’ yer kalmıyor. Olayları yalan-yanlış kendine göre anlatabiliyorlar. Dahası inanç konusunda da fetva vererek, İnsanların inanç dünyasını da allak-bullak etmeyi ve birbirine düşürmeyi beceriyorlar.
Yöneticilerin, büyük çoğunluğu başını kaldırıp gerçekleri bir türlü göremiyorlar. Yöneticiler başını kaldırsa, Dünya’nın ateşle oynadığını görüp tedbir alma zamanının geldiğini ve geçmek üzere olduğunu görecek. Ne yazık ki,koltuk ve çıkar gözleri perdeliyor, kulakları sağırlaştırıyor.Yöneticikendinin geçici olduğunu, geldiği gibi birgün gideceğini bir türlü kavramıyor. Gelen gideni karalayarak iş yaptığını sanıyor.
Cumhuriyete ve demokratik değerlere inanan kahir çoğunluk daha bilinçli, şuurlu, akıllı ve bilime sahip çıkarak, Türk varlığını ve tarihini korumak zorundadır. Halka hizmet eden hiç kimsenin hizmeti yok sayılmamalıdır. Halkın basiretine güvenilmeli birliğine kastedilmemelidir. Seğmen ilkesinde olduğu gibi, Türk Halkı kızıl günde her şeyiyle, devletinin yanında hürriyetini korumayı bilmiştir.26 Ağustos 1071 Malazgirt’teve 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da kazanılan zaferler bunun kanıtıdır. Malazgirt ve Dumlupınar Zaferleri milletimize kutlu olsun.
HAYROLA, MUVAFFAK OLA, MUZAFFER OLA.