Ülkeyi yönetenlerin görevi, halkın insanca yaşaması için, gelir elde etmesine yardımcı olmak ve İş sahaları açmak, üretimin artmasını teşvik etmek ve ADALETİ sağlamak, Eğitimde ÇAĞI yakalamaktır.

Türkiye’de, kimlik, kültür ve inanç tartışması ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Yüzlerce senedir, Anadolu’da yaşayan bütün unsurlar et tırnak gibi birbirinden ayrılmamışlardır. Her türlü bozguncu ve yıkıcı saldırılara birlikte karşı koymakta bir an bile tereddüt etmemişlerdir.

Türkiye’nin kimliği, kültürü elbette tartışmasız şekilde mevcut. Kim kendini nasıl hissediyorsa, hangi dili konuşuyorsa odur. Böylede devam etmesi gerekir. Bu durumu çok net ifade eden hepimizin bilmesi gereken izah; ‘’ …Irk gelinen yol, millet ise gidilecek yoldur…’’ Mesele bu tarifi samimiyetle benimsemektir.

İnanç konusuna gelince, insanlar neye nasıl inanıyorsa başkalarına zarar vermeden öyle devam etmeleri en doğrusudur. Türkiye’nin demiri, çimentosu, milli bütünlüğü için tek yol da, Adalet, Laiklik, Cumhuriyet ve Demokrasidir. Bir toplumda ADALET yoksa konuşulacak hiçbir şey de yoktur.

Türkiye’nin acil meselesi, toplumun ortak yararını belirlemeye ve geliştirmeye yönelik DÜŞÜNCE, SÖYLEM ve EYLEMLERİN üretildiği ve geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanını tesis etmesidir.

Ülkede, kamu haklarının başladığı ve bittiği yer belli olmadığı veya iktidarlar keyfine göre kullandığı için, kamu haklarına tecavüz bir türlü önlenemiyor veya bilerek önlenmiyor.
Yüzlerce yıl düşünce, söylem ve eylemlere izin verilmedi. İzin bir yana müsamaha bile gösterilmedi. Dolaysıyla düşünce gelişmedi, düşünce gelişmeyince, teknoloji ve icatta zaten gelişmez. 

Düşünceye karşı çıkanlar sözde milletin birliğini koruma, devletin bekasını sağlama gerekçesine sığınıyorlar. Hâlbuki meseleleri, millibirlik ve beka değil kendi güçlerini korumak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Ülkemizde sendikalar susuyor, Sivil Toplum Örgütleri susuyor, bilim insanları büyük oranda susturuluyor, sanatçılar, şairler, yazarlar susturuluyor. Bu susturulmaların anlamı nedir? Korku mu, bilgisizlik mi, kurnazlık mı, çıkar mı? Sosyolojik olarak bu durumun incelenmesi lazım.

İnanç kesiminde yer alan, kuruluşlar ise güçlüden yana olmayı bırakıp ya gerçek konuları olan inançla ilgilenmeleri ya da doğrudan siyasetle ilgilenmeleri daha doğru ve faydalı olur.

Ülkemizde bulunan 200 kadar üniversitenin, bilim, eğitim, adalet, üretim, cumhuriyet ve demokrasi konularında, nasıl bir katkısının olduğu net ortaya çıkmış değil. İşin garibi hesap veren de yok, hesap alan da yok. Şu an 200 rektör Cumhurbaşkanına hesap veriyorsa herhalde başka bir şey istenmiyor.

Daha da önemlisi ve felaketi, bu 200 üniversitenin mezun ettiği 100 binlerce genç, ülkenin ekonomisine, kültürüne, demokrasisine ne kadar katkıda bulunuyorlar? Bunun bir hesap vereni ve hesap alanı olmaz mı? Bu durum önce gençlere sonra halka yükten başka bir şey getiriyor mu?

Türkiye’de demokrasi, bir hayaldir. Gerçek inanca ulaşılması ve yaşanması, bir hayaldir. Gerçek milliyetçiliğe ulaşılması ve yaşanması bir hayaldir. Toplumu birleştiren, devleti güçlendiren gerçeklerin ne yazik ki içi boşaltılıp siyasete malzeme yapılıyor.

Hedefini açıkça ortaya koyamayan Türkiye, dalgalı denizde giden yaralı gemiye benziyor. Kayalara çarpmadan veya azgın dalgaları aşarak demokrasi limanına varması için amasız, lakinsiz, karşılık beklemeden çalışmamız gerekiyor. 

 Hayrola, Muvaffak Ola, Muzaffer Ola.

 


16.03.2021 06:37:00

Rasim Gül

TÜRKİYE’YE ÜRETİM LAZIM, KAVGA DEĞİL

TÜRKİYE’YE ÜRETİM LAZIM, KAVGA DEĞİL