Türkiye’de Sosyal Yardımlardan yararlanan hane sayısı 2023 ‘de 5 milyon aileye yaklaşmıştı. Bu gidişle 2024 yılı sonunda 5.5 milyon olursa şaşmamak gerekiyor. 80 milyon nüfusun altıda biri, Sosyal Yardımlardan yararlanıyor. Bu durum asla doğru olamaz. Milyonlarca insanın çalışmadan yaşamaya alıştırılması yanlışında yanlışıdır. Bu 5.5 milyon aile dürüstçe gözden geçirilirse bunun en az yarısının ihtiyacının olmadığı tespit edilebilir.

Türkiye’de 16 milyon emekliye, 5.5 milyon aile yaklaşık 8-10 milyon nüfus ediyor. En az 5-6 milyon Suriye, Afgan ve sair sığınmacı da eklendiğinde, 30 milyonu geçiyor. Bu nüfusu, dünyada hiçbir ekonomi kaldıramaz. Türk ekonomiside kaldıramıyor. Dolaysıyla emekliye aylık 12.500 lirayı zor veriyor. Bu kadar ağır yük, sosyal devlet ilkesiyle izah edilemez.  

Çare, emekliden kesip, sosyal yardıma, sığınmacıya verme değildir. Çare, balık verme değil, balık tutmayı öğretmektir. Yani iş sahaları yaratarak herkesin kendi yeteneğine göre çalışmasını sağlayıp haksızlığı ve bedavacılığı ortadan kaldırmaktır. Dilenciliği kurumsal hale getirmek hiç kimsenin yararına olamaz. Bedavacılığı meşru hale getirmek, asla çözüm olamaz.

Burada Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözünü yazalım, belki faydalı olur. ‘’ Türk Ulusunun uğradığı bütün yıkımlar, karşılaştığı kötü durumlar ve sıkıntılar hep kendi öz benliğine, ulusal varlığına önem vermeyip nereden geldikleri ve ne oldukları, hangi soydan geldikleri belirsiz birtakım kimseleri kendisine önder yaparak, onların bilinçsiz bir aracı olmasındandır.’’

21. Yüz yılın ilk çeyreğinde, halkımızın doğruyu görmesi, iyi düşünmesi, aklını kullanması kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmıştır. Halkın yanlış görüş ve düşüncelerden hızla kurtulması ve Milli Birliğini, bütün engellere rağmen sağlaması bir beka sorunu olmuştur.

Ülkede insan kalitesinin devamlı düştüğü çarşıda, pazarda, okullarda, siyasi çalışmalarda, çıplak gözle görünür hale geldi. Karanlığın yolu açılıyor, aydınlığın yolu kapatılıyor. Ehliyet- liyakat sahipleri ile karakterli ve değerliler devamlı dışlanıyor. Aptal derecesinde olanlar iş başına getiriliyor. Bunların tek kullandığı kelimeler; evet- hayhay-isabet buyurdunuz efendimden ibaret. Dillerinde asla HAYIR kelimesi bulunmuyor.

Ülkemiz yetişmiş ve konusunu bilen adama gerek duymuyor. Kin, kıskançlık, çekememezlik, iyiyi kovma kötüyü tercih hastalığı almış başını gidiyor. Hipnozdan uyanırsak, elbet bir gün titreyip kendimize gelip aslımıza dönerek kurulan tuzakları, önümüze konan engelleri aşacağız. Aksi durumda başımıza daha beterin, gelebileceğini söylemek falcılık olmayacaktır.

Osmanlıda Medreseler içine aldığı Türkleri gayri Türk yaparken, Enderun, içine aldığı gayri Türkleri Türkleştiriyordu. Bu ikili sistemin birisi üst tabakada, ikincisi alt tabakada olduğu halde birbirleriyle kaynaşmayarak birlikte yaşamaya çalışıyorlardı. Ardından, Tanzimatçılar, İttihatçılar doğdu. İdare allak-bullak oldu ve İmparatorluk battı.

Şimdi, Türkiye’de düz liselerle, imam hatip liselerinden mezun olanlar birbirleriyle kaynaşmadan yaşıyorlar. Bu mezunların dışında, yabancı okullardan mezun olanlar ikisine de sıcak bakmıyor. İmam hatip mezunları daha itibarlı ve saygın, lise mezunları ise daha garip bir halde. Bu ayırım devam ederse ülke bunun altından kalkamaz. Geçmişte ülke, sağcı- solcu polisi, ülkücü-devrimci gençliği yaşadı, bedelini de fazlasıyla ödedi. Liseli- İmam Hatipli, dindar-laik ayırımı, önlenmeyip devamlı ayırımcılık devam ettirilirse, geçmişte olduğu gibi, ülke bedelini ağır öder.                                                                                        HAYROLA, MUVAFFAK OLA, MUZAFFER OLA.

                                                                                                              

                 


15.08.2024 05:48:00

Rasim Gül

TÜRKİYE’DE SOSYAL DENGE VE İNSAN KALİTESİ

TÜRKİYE’DE SOSYAL DENGE VE İNSAN KALİTESİ