İslam dininin temel hedefi, insanların dünyada huzur ve güven içinde yaşamalarını sağlamak ve ebedî mutluluğun yolunu açmaktır. Bu hedefe ulaşmak için kişinin hem Allah’a karşı hem de topluma karşı görevlerini dengeli biçimde yerine getirmesi gerekir.
İnsanlar hür doğarlar. Ancak bu özgürlük, başkalarının hakkına zarar verinceye kadar geçerlidir. Zira İslâm, kişinin özgürlüğünü sınırlandırmaz; aksine ona yön verir. Dilediğini yapma anlayışı, başkalarının hakkını çiğneme noktasına geldiğinde, bu artık özgürlük değil, zulümdür.
Toplum düzeninin bozulmaması, adaletin sağlanması ve hakların korunması için her bireyin, ama bilhassa yöneticilerin büyük bir sorumluluğu vardır. Bu sorumluluklardan biri de kamuya ait malları, kaynakları ve imkânları korumak; onları haksız ve şahsî menfaatler doğrultusunda kullanmamaktır.
İslâm’da kamu mallarına gösterilen titizlik, bunların “Allah hakkı” sayılmasından kaynaklanır. Yani birey sadece kul hakkı ihlaliyle değil, aynı zamanda Allah’a karşı da büyük bir sorumluluğun altına girmektedir.
Hz. Peygamber Efendimiz, Hayber Savaşı sırasında ganimetler henüz taksim edilmeden, kamuya ait eşyadan izinsiz şekilde alan bir sahabenin cenaze namazını kıldırmamıştır. Çünkü kamu malına el uzatmak, değersiz dahi olsa, büyük bir vebaldir ve kişi bu vebal ile Allah’ın huzuruna çıkamaz.
Bu durum bizlere gösteriyor ki; değerli yöneticiler, müdürler, başkanlar, STK önderleri olarak elinizdeki her bir yetki ve imkan, aslında size verilmiş bir emanettir. O emanetin hesabı büyüktür.
Kamu malına zarar vermek yalnızca çalmakla olmaz. Görevini yapmamak, işi savsaklamak, kamu araçlarını hor kullanmak, akaryakıtı israf etmek, mesaiyi çarçur etmek; hepsi bu emanete hıyanet kapsamında değerlendirilir.
Kur’ân-ı Kerîm bizleri şöyle uyarır:“Şüphesiz israf edenler, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (İsrâ, 17/27)
Her bir kamu görevlisi, Allah katında da kul nezdinde de sorumluluk sahibidir. Görev alanı ne kadar genişse, sorumluluğu da o kadar büyüktür. Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyurur: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz.” (Buhârî, Cuma, 11)
Yani bir belediye başkanı, bir müdür, bir vakıf yöneticisi ya da siyasi temsilci; emri altındaki tüm iş ve işlemlerden, tasarruflardan, adaletten ve kamu malına olan yaklaşımdan doğrudan sorumludur.
Ey Aksaray’ın kıymetli idarecileri, siyasileri, yöneticileri ve hizmet ehli insanları! Allah rızası için çalışan her bir kardeşimize bu sözümüzdür: Kamu mallarına sahip çıkmak, onları gözümüz gibi korumak, asla şahsi menfaat için kullanmamak, dinimizin emridir. Bu yalnızca bir devlet meselesi değil, bir iman meselesidir.
Unutmayalım:
Kamu malı ortak emanettir.
Bu emaneti korumak bir ibadettir.
İhanet eden, hem dünyada hem âhirette zarardadır.
“Aklın yolu birdir” dedikleri gibi, imanın yolu da kul hakkını gözetmekten geçer.
Gelin, Allah rızası için çalışırken, Allah’ın rızasını kaybettirecek ihmallerden uzak duralım. Kul hakkı ile huzura varılmaz. Hep birlikte daha adil, daha temiz, daha helal bir topluma katkı sunalım.
İnşallah anlayan anlamıştır. Biz yıkıcı değil, yapıcı olmayı yeğleriz… Rabbimiz bizleri emanete riayet edenlerden eylesin. Âmin.