ŞABAN KUMCU

Tarih: 09.06.2025 10:30

İNSANI BÜYÜK YAPAN DÜŞÜNCESİDİR

Facebook Twitter Linked-in

Sorumlu Bir Öğretmen, Akademisyen, Fikir Adamı, Filozof, Yazar  Nurettin Topçu / Okul

 

metin içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

                Okul öğrenme yeridir. Öğrenme ne demektir? Nasıl öğrenilir? Öğrenme her şeyden evvel bir çıraklıktır.  Okul çıraklık yeridir, bir tezgahtır. O tezgâhta usta yapar, çıraklar tekrarlar. Usta verir, çırak alır. Alınmamış, benimsenmemiş benliğe mal edilmemiş bir ders, iyi bir ders sayılmaz. Okulda alınan ders, ya bir tasavvurdur (zihinde canlandırma), hayale mal edilir, ya bir hünerdir (sanat, ustalık), ele mal edilir, ya bir iradedir, gücümüze ilave edilir. Ya da bir aşktır, kalbe doldurulur. Benliğimize girmeyip, hafızada, şuurun dışında bir yerde, asılı bir küfe gibi duran vebize yük olacak bilgiler veren öğretim, faydasız ve manasızdır. 

            Bugünkü okul, insan ruhunu yüceltmiyor. Gençlerimize karakter mayası aşılayan ve insan yetiştiren okul gerekmektedir. Bir okul ki, bizi kendi ruhumuza kavuştursun, her hareketimizin ahlaki bir değeri olduğunu göstersin. Hayaya, utanma duygusuna hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin. Her ferdimizi milletimizin tarihinin içinde olgunlaştırsın. Vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin.

            Büyük filozof Kant der ki: “Bana, hayret veren iki şey vardır. Biri başımızın üstündeki yıldızlı gökyüzü, diğeri de içimizdeki vicdandır.” Düşünce dediğimiz şey, sanki bu iki alem karşısında duyduğumuz hayretle başlamıştır. Birincisine; duyularımız aracılık yaptığı için, varlığının farkında oluyoruz.İkincisini; hayretimiz varlığınıkeşfettiği andafark edebiliyoruz. Hayret içinde yaşıyor, hayretle dünyaya veda ediyoruz. Kant, düşünce sisteminin sonunda; aklı vicdana bağımlı kılmıştır. Rousseau’nun yol göstericisi kalbidir. 

Pascal, ilahi iradeye tabi olan kalbinden bahsederken;“Kalbin öyle sebepleri var ki, akıl onları asla anlamıyor”demiştir.“İnsanın kalbi güven ister, istikrar ve huzur ister. Böylece mutlu olmak ister. İnsanı mutluluğa götüren şey, kalbindeki imandır.Aklın durmadan değişen gelgitlerine ayak uydurmakla mutluluk elde edilemez, akıl aynı yerde durmaz, sürekli, değişir ve gelişir. Oysa kalbimizin, sabit ve değişmez hakikatlere bağlanma ihtiyacı vardır.”

Okul bir öğrenme yeridir. Hayatta her gün yeni şeyler öğreniyoruz. Ancak hayat çok gayeli, okul tek gayeli öğretim yapar.Okul, hayattaki olayların manaları ve sebepleriyle ilgili anlaşmazlıklara çözümler getirir. Zihinleri anlamlı vetatmin edici birliğe ulaştırır. Böylelikle, insan iradesine takip edeceği yolu gösterir. Birliğe götüren her hareket gibi, ruhumuzu sonsuzluğun sevgisine kavuşturur. Bu sebepten dolayı denilebilir ki; okulbir mabettir.

            Hayat karşısında okulun yerini iyi anlamak için şu benzetmelere başvurabiliriz. Su buharı yoğunlaştığı yerde nasıl yağmur haline geliyorsa, bitkideki hayati sıvının biriktiği yerde meyveler olgunlaşır. Hayatın çokluğuna karşılıkokulda birlik vardır. Hayatın kendisinin dışında oluşuna karşılık,okulun vasfıkendine kavuşmaktır. Hayatta esas olan yaşamak, okuldaysa tanımaktır. Birincisi dışarıyı ikincisi içeriyi ifade eder. Birtakım formülleri sadece ezberleten öğretmen de benliğimizin gücünden her gün bir parçasını yok etmektedir. İyi öğretmen,dışımızda yaşananı içimizde hayat yapabilen bir insandır.En büyük usta, en değerli sanatkâr, en iyi öğretmen; şüphesiz ki hayattır. 

           Bize okul lazım. Milli eğitimde meslek sahibi insan yetiştiren okulların yeriçok önemlidir.Meslek okullarının eğitim hayatımızdaki görevi; sadecebeceri sahibi sanatkâr, usta adam ve çok kazanan insan yetiştirmek değildir. Meslek okullarında yetişen gençlerimizin; düşünen, üreten, seven,ahlak sahibi, erdemliinsanlar olarak yetişmeleri gerekmektedir.Bu okullarda edebiyat, tarih, felsefe kültürü ve ahlak dersleriyle öğretim yoğunlaştırılmalı, yepyeni bir anlayış benimsenmelidir. Böylece, Türk milletine has idealist insan yetiştirenbir eğitim sistemi kurulur ve ruhlarımızda yeni bir Rönesans’ın açması mümkün olur.

            Bağlandığımız meslekler kabiliyetlerimizi gösterme fırsatı bulduğumuz birer okuldur.  Mesleğine okul gibi bağlanmayan insan, toplum içinde bir parazit olarak yaşamaya mahkumdur. Memuriyet; görev ve düzen, ordu; disiplin ve itaat, ticaret; kurnazlık ve güzel konuşma okuludur. Dervişlik; tahammül, kanaat, gönülsüzlük, devlet; sorumluluk okuludur. Dinin de bir okul olduğunda şüphe yoktur. Din, insanın bütün hareketlerini sonsuzluğun huzurunda düzenleyen ve büyük harekete bağlayan kuralların okuludur. Sevgi tasavvufun okuludur. Anibal ve Sultan Yıldırım Beyazıt Han’ın yaşadığı gibi, mağlubiyet, musibet, ihtiras, sabır da bir okuldur. İstiklal Savaşı’ndan önceki kısa süren mağlubiyet denemesini takip eden imanımız da bize okul olmuştu. Hüsran da iman da bir okuldur. Nihayet ölüm, hepimizin önüne açılmış, en büyük okuldur.

            Okul, maddeden manaya yükselişin, disiplinin, çokluktan birliğe doğru gidişin, kuralın ve düzenin bulunduğu her yerde vardır. Nerede bunlar bulunmazsa orada okul yoktur. Hayatın muhteşem hareketli hamlesiyle, okulun kuralları birleşince, sosyal hayat meydana gelir. Okulsuz hayat uçurumlara doğru giden bir akıştır. Yuvarlandığı uçurumların dibinde dağınık, gayesiz ve ölü unsurlar halinde parçalanıp kalır. Böyle bir toplumda fertler ümitsiz, iradesiz ve iktidarsızdır. Kendilerine inanmaz, birbirlerine tutunamazlar. Onda ilk yıkılan kural ahlak nizamıdır. Ancak, içerisinde devletin, ticaretin, ordunun ve çocukluğunokul haline getirildiği toplum mesut bir toplumdur.

            Okulu nerde arayalım? Neresi okuldur? Bazen çocukluğun mukaddes hülyalarıyla, içine girilen, sınıflı, öğretmenli, siyah tahtalı bir dershane okul olmuyor dabir kalbin etrafında toplanan birkaç gencin, kendini aradığı topluluk okul olabiliyor. Bu anlamdadurum, bildiğimiz okul hayatından çok daha yaygındır. Belki her tarafta okul var ve bütün ömür sürekli bir talebelik veya çıraklık dönemidir. Aramızda her yaştan ve her meslekten okul görenlerle görmeyenler vardır. Bunlar hayattan ders almasını bilenlerle bilmeyenlerdir. Üstat İbrahim Hakkı’nın dediği gibi; Görenedir görene / Köre nedir köre ne?Okul öyle bir zihni alışveriş yeridir ki, onda bir taraftan verilecek şeyler seçilirken, öbür taraftan, insanda alıcılık kabiliyeti doğurulur, beslenir, büyütülür.

            Aile de bir okuldur.Aşkın ilk beşiği ailedir. Örf ve adetlerin, bir dereceye kadar karakterimizin hamurunun yoğrulduğu bir okuldur. Sevginin, kalp alışkanlıklarının okuludur. Sabrın, hoşgörünün okuludur. Şefkatin ve anlayışın okuludur. Fedakarlığın ve vazifeler yüklenmenin okuludur.Hayatın her alanında, ailede, alışverişte, hukukta, siyasette, sanatta ve ahlakta okula muhtacız. Mazisiz okul olmaz. Mazisiz, geleneksiz okul denemeleri, okul değil, bir okuma yeri, konferans salonudur. 

            Okulu aşk besler, metotlu düşünce yaşatır.Eğitim, yalnız okullarda okutmak ve okuyanlara birtakım bilgiler vermek değildir.O,bir milletin bütün halinde, düşünme ve keşfetme sahasında seferber edilmesidir. Başka bir deyimle eğitim, bir toplumun düşünce tarzının, kültürünün ve ideallerinin cihazlanmasıdır. Eğitim bir milletin gençliğine;bilimlerde olduğu gibi, din hayatında ve dünya olayları karşısında da metotlu düşünmeyi öğretir. 

            Talebe, hakikatler peşinde koşmayı meslek edinen, gayesi manevi olgunlaşma olan bir mesleğin insanıdır. Okulların diploma müşterisi ve geleceğin mevki dilencisi değildir. Kültürü; Rönesans ile elde edilen metodun uygulandığı bilim, felsefe ve bunların koruyuculuğundan hiçbir zaman ayrılmayacak olan din, ahlak vesanat çalışmalarıdır diye tanımlayabiliriz. Metotlu düşünüş, bilimi ve felsefeyi doğurur. Aklımızı dosdoğru kullanmak demek olan felsefe, dini ahlakın ve sanatın ilerleyeceği yönü gösterir. Bu alanlarda kültürü oluşturup, zekayıharekete geçirir.

            Herhalde bir gün doğmasını beklediğimiz bu muazzam kültür hareketi ve Anadolu’nunuyanışı; yine milli eğitimin eseri olacaktır. Milli Eğitimin bir görevi de toplum içinde idealler doğurucu olmasıdır. İdeal; genç ruhların hayat sahnesinde tırmanmayı gaye edindiği ilim, sanat, ahlak ve din dünyasına ait zirvelerdir. Okuldan beklediğimizi elde edebildik mi? En aşağı üç asırdan beri sarp kayalara çarpa çarpa harap olan eğitim gemimiz, büyük yaralar almıştır.Talebelik diploma avcılığı değil, bir ilim yolculuğu olmalıdır.Öğretmenlik, bir yol göstericilik, fikir ve kültürün otorite merkezi, gerçek bir meslek olmalıdır.

            Okul, edindiğimiz bilgilerin senteziyle, iç gözlem kanalından geçerek, bizi bir ahlak kültürüne yükseltmelidir.Ruhumuz, insanlık sevgimiz, hayat anlayışımız, din idealimiz ve sanat sezgimiz, meydana getirdiğimiz bu kültürün bölümleri olacaktır… İşte böyle millileşecek ve şahsiyet sahibi olacağız.Nesillerimiz, okumaktan hoşlanmayan, dinlemekten kaçan, en küçükzekâ enerjisini kullanmaktan çabucak usanan ruh yapısına ve hasta bir bedene sahip bitikkuşaklar mıdır?Gerçekler bunun aksini ortaya koyuyor. Bu nesle “okumayı sevmiyor” diyemeyiz. Az da olsa kitap okunuyor.Bugün yedisinden yetmişine kadarherkes, tümsosyal medya platformlarında aralıksız olarak, gazete, dergi ve diğer yayınları okumaktadır.

            Bu nesiller “dinlemesini bilmiyor” da diyemiyoruz. Ülke içinden ve ülke dışından yüzlerce televizyon kanalından yapılan yayınları, konuşmaları, filmleri, belgeselleri, sohbetleri her yaştan insanımız dinliyor. Şu hâlde okullar onlara, okutmasını ve dinletmesini bilmiyor, asli görevini yapmıyor demektir.Gazeteler, televizyonlar, göze ve kulağa hitap eden diğer mecralardamedya organlarının kullandığı araçlar, insanımızın ruhundaki zayıf yönleri ortaya çıkarmıştır. Başarı, zafer, hüsran, tebrik, teşhir ve diğer zıt kavramları birleştiren, hayat mitolojisi diyebileceğimiz bir kompleks kullanılmaktadır. 

            Fakat unutmayalımki; mitolojide Davud’un saçlarından yakaladığı Golyat’ın kesik başı gibi, beynimizellerindedir. Okul bizi yalnız bırakmaya devam ederse, yarınımız karanlıktır. Okul, nesillerimizin ruhundaki kuvvetli tarafları yaşatmasını bilmelidir. Eğer bu şuur ve idrake sahipöğretmenlerimizin görev yaptığıokullarımızolmazsa; geçenbirkaç asırda olduğu gibi, asrımızda da milletimiz; ilim, sanat ve felsefe alanında büyük adamlar,dâhiler yetiştiremeyecektir.Bir Türk felsefesi, Türk sanatı ve toplumumuzu huzur ve refaha kavuşturacak bir bilim hayatımız olmayacaktır.

            Bir milletin büyüklüğü,toplumun her kesimi için yaygınlaştırdığı metotlu eğitimle belli olur. İstanbul’u fetheden büyük atamız Fatih’in, fethinden daha büyük eseri; Fatih Külliyesi’dir. Kanuni’nin Mohaç ve Hint seferlerinden daha büyük eseride Süleymaniye Külliyesidir. Bizde, gerçekten bizim olan ne varsa hepsi okulundur. Hayat ve dünyayla ilgili görüşlerimizde bizeyol gösteren ve kendi içimizde bizegüven verenher şey; okullarımızın verdiğidir.

            Şunu hiç unutmamalıyız ki, bütün bilmediklerimizi öğretecek, zekamızın ufukları arasında bütün açlığımızı doyuracak olan insan, öğretmendir.İnsanlığın sonsuz ruhi problemlerini sırtında taşıyan yine, hocalarımızın geniş gönlüdür. Filozof Sokrat’ın: “Ben yalnız bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimi bilmektir” sözü, hikmetin sonuncu basamağı olan sırra hangi yoldan ulaşabileceğimizi ortaya koyar. İşte büyük düşünürün, sonsuz anlayış ve kavrayışını açlıkla birleştiren bilgisibudur. 

            Hiçbir şey bilmediğimizi bilecek kadar çok bilgi, derin bilgi, ilahi bilgi mi elde etmek istiyorsunuz? Her şeyi ve bütün varlığı sevmeyi öğreniniz… Bu ulvi sevginin şartı; her an bir görevin sizi beklediğini bilmek, her an kendinden bir fedakârlık beklendiğini göze almak, her gün yeni bir göreve hazır olmaktır. Hiçbir güzel işe söz vermeden, serazat(özgür), kendi zannınca hür yaşadığını söyleyen insan, hakikatte bir esirdir. İç güdülerinin, basit ve değersiz menfaatlerinin ve alışkanlıklarını harekete geçiren kuvvetlerin esiridir.

            Okul koridorları gerçek fetihlerin yeridir. Savaş cephesinden daha derin ve trajik duygular sisteminin yaşandığı muhteşem ve ilahi bir sahnedir.Varlıktan bilime, bilimden felsefeye, felsefeden sanata, sanattan ahlaka ve nihayet dine yükselmemiz gerekmektedir. İşte buiş; okulun ve eğitimin işidir. Bir millet ancak okuluyla millet olur.Bir neslin kurtuluşu ancak; milli eğitiminin yükselmesiyle mümkün olacaktır…

            Nurettin Topçu’nunahlak üzerine yazdığı“Conformisme et Revolte” isimli doktora tezi, Sorbonne Üniversitesi’nin jürisi tarafından çok beğenilir.1934 yılında Paris’te kitap olarak yayımlanır. Bu üstün başarısı dolayısıyla üniversite yönetimi kendisine ödül olarak, bir altın saat, Güney ve Kuzey Amerika seyahatleri teklif eder. Nurettin Topçu bu ödüllerin hepsini reddederek herkesi şaşırtır. Onun tek bir isteği vardır: Sorbonne Üniversitesi’nin giriş ve çıkışında, yirmi dört saat boyunca Türk Bayrağı’nındalgalanmasıdır. Üniversite yönetimi bu isteği kabul eder. Nurettin Topçu böylece, Türk devletine ve milletine olan vefasını göstermiş olur. Ahlak üzerine yazdığı bu tez vefatından sonra, Türkiye’de “İsyan Ahlakı” adıyla basılır. Ruhu Şad olsun…Rahmetle anıyoruz. 

            Kaynakça: Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Dergâh Yayınları, İstanbul 2019.  Emin Işık, Çağdaş Bir Derviş’in Dünyası, Dergâh Yayınları, İstanbul 2019.                      

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —