ŞABAN KUMCU

Tarih: 01.02.2025 11:30

BİR ŞEHİR KURMAK

Facebook Twitter Linked-in

1853’ten 1870’e kadar Seine Valisi olarak, İkinci İmparatorluk döneminde Paris’in yeniden inşasına ve dönüşümüne öncülük eden, 3. Napolyon’un baş mimarı, politikacı ve şehir plancısı Georges-Eugéne Haussmann, Paris’in imar ve inşasıyla ilgili şöyle der; “Fransa’nın başı ve kalbi olan Paris, diğer kentler gibi seçimle gelen belediye meclislerine teslim edilemezdi. Paris’in yönetimi kentlilere bırakılamayacak kadar önemlidir. Paris, büyük yolların, telgraf tellerinin, her şeyin kendisine varmak istediği, yasaların, kararların, emirlerin, her şeyin kendisinden dağıldığı bir merkezdir.”

Paris’i 17 yıl boyunca kocaman bir şantiyeye çeviren Haussmann, tarihin o güne kadar gördüğü en geniş çaplı kent dönüşümünü yapar. Şehrin nüfusu 1831’de 750 bindir. 1846 yılına gelindiğinde 1 milyonu geçer. Aşırı düzensiz bir şehirdir. Bayındırlık projeleriyle, şehrin temizliğini, su tedariğini sağlar. Birbirine bağlantısı olmayan dar ve dolambaçlı sokaklardan, geniş caddeli bir şehir planlamasıyla, Paris’te sık görülen şehir ayaklanmalarına müdahalenin kolaylaşacağı bir şehir hedefler. “Kurşun köşeyi dönemez” prensibiyle boydan boya şehri kesecek caddeler için yıkım işlemlerine başlar.

Haussmann’ın projeleri 3 aşamada gelişir. Birinci aşamada; 19.730 tarihi binanın yıkılmasını 34.000 yeni binanın yapılmasını öngörülür. Yıkılan evler arasında kendi evi de vardır. İlk önce Place du Chatelet meydanı genişletilerek şehrin merkezi oluşturulur. Buna bağlı olarak şehrin içindeki bütün meydanlar genişletilip, bugün de şehrin göz bebeği olan tiyatro binaları, meşhur oteller yapılır. 1859’da ikinci aşamada, simge binaları birbirine bağlayan ve trafiği rahatlatan yeni bulvarlar (çok geniş caddeler) açılır. Place de l’Etoıle’in (Eyfel Meydanı) merkezindeki Arc de Triomphe’a (Zafer Takı) yayılan bir bulvarlar ağı oluşturulur. Şehrin etrafındaki banliyöler (semtler) Paris topraklarına katılır ve sınırlar genişletilir.

Yıkılanlar arasında kendi evi de vardır. Üçüncü aşamada, O günün en önemli ulaşım aracı olan trenleri şehrin merkezine getirmek için caddeleri olabildiğince geniş tutar. Şehrin göbeğine Gare du Nord ile Gare de L” Est (kuzey ve güney istasyonu) gibi yeni tren istasyonları yapar. Böylece, Paris merkezini çevre semtlere bağlayıp, nüfusun dengeli dağılımı sağlar. Öyle ki, 1900 yılında açılan Paris’in ilk metrosunun ana hatları bu caddeler üzerinde kurulmuştur. Londra’da 1863, New York’ta 1868, Berlin’de 1902, İstanbul’da, Karaköy-Pera arasında 573 metrelik Tünel metrosu, 1875 yılında hizmete açılmıştır. Türkiye’de, gelişmiş ilk modern metro hattı yine İstanbul’da 1989 yılında yolcu taşımaya başlamıştır.

Paris’in eski sokakları, yerini krem rengi taşlarla kaplı ve düzenli olarak sıralanmış neo-klasik apartman bloklarıyla karakterize edilen, uzun ve geniş caddelere bırakır. Londra’daki Hyde Park’tan ilham alınarak Parislilerin dinlenebileceği parklar ve bahçeler yapılır. Haussmann, su problemini düşünerek kapsamlı bir kanalizasyon ağı kurar. Yeraltı gaz boruları ağı tasarlayıp, Paris sokaklarına ilk kez aydınlatma sistemini getirir. Paklardaki çitlerden, sokaklardaki büfelere, aydınlatmalara, banklara varana kadar onlarca şehir mobilyası, sokak sanatçıları için sahneler, umumi tuvaletler, Haussmann’ın gözetiminde yapılmıştır. Fransız balkonu, ağaçlarla süslenmiş caddeler ve kesme taşların şehrin her yerinde yaygın kullanımı onun döneminde başlamıştır.  

Günümüzün Paris’i Haussmann’ın tasarladığı gibi, aynen korunmaktadır. Paris 19. Yüzyıl’ın sonunda modern kent kimliğinin yanında, Avrupa kıtasının başkenti imajına da sahip olmuştur. Ancak Haussmann, Paris’in Orta Çağ cazibesini yok ettiği için büyük ölçüde eleştirilmiştir.1870’te 3. Napolyon tarafından görevden alındıysa da projeleri üzerindeki çalışmalar 1927’e kadar devam eder. Paris’e ilk Belediye Başkanı’nın 1977’de seçildiği düşünülürse, bir kentin imar ve inşasının kime teslim edilmesi gerektiğinin arkasındaki mantık net olarak anlaşılır.  

Yüksek ticari kapasiteli limanıyla, dünyanın mali merkezi konumunda olan Londra’da şehirleşme diğer Avrupa kentlerine göre daha erken başlamıştır. 19. Yüzyıl Avrupa şehir planlamasında radikal çözümler uygulayan kentlerden bir diğeri de Viyana’dır.  

 Buradan 19. Yüzyıl’da İstanbul’da gerçekleştirilen ve planlanan imar hareketlerine bir göz atalım. 1839 yılında 2. Mahmut’un talebiyle Prusya’dan gelen Helmut von Moltke İstanbul’un detaylı bir haritasını çıkarmak ve sokaklarını daha düzenli bir hale getirmek üzere vazifelendirilmiştir. Moltke planında beş ana arter mevcuttu. Birincisi Bab-ı Hümayun’dan Beyazıt Meydanına uzanan aks, ikincisi Aksaray surları üzerinden Topkapı’ya bağlanan aks, üçüncüsü Beyazıd Meydanı’nı Fatih’e bağlayan yolun Fatih Külliyesi’nden ayrılarak Edirnekapı ve Eğrikapı’da oluşturduğu aks, dördüncüsü Kadırga Yedikule arasındaki sahil yolundan geçen aks, beşincisi ise, Eminönü Yeni Camii üzerinden Haliç’e paralel olan yolun Eyüp’e ulaştığı akstır.  

Moltke ’nin İstanbul şehir planlarının ilk hali günümüzde ne yazık ki kayıptır. Moltke ‘nin planları uygulanamamıştır. 1840 sonrası uygulanan planlamayla, söz konusu planlar arasında bir ilişki yoktur. İstanbul’un imar tarihi, böyle uygulanamayan sayısız şehir planlarıyla doludur. Sultan 2. Mahmud, “Ebniye Nizamnameleriyle”, kamulaştırma, binalara ruhsat verme, yollar ve inşaatların denetimi, yol ve sokakların genişlikleri, binaların yükseklikleriyle ilgili kurallar koyar. 1849’da bu nizamnamenin sınırlarını genişletir ve İmparatorluğun tamamında uygulatır.  

Küçük dokunuşlarla şehre batılı ve nispeten modern bir imaj çizmiş olsa da altyapısı, sosyal dokusu, mimari yapıları itibariyle İstanbul hala bir Osmanlı şehridir. İstanbul’un nüfusu dört asır 500 bin olarak kaldıktan sonra, 1840’tan 1870’e kadar geçen otuz senede 870 bine çıkar. Balkan Savaşı muhacirleriyle beraber, 1milyon 120 bine ulaşır. 1940’tan itibaren şehir nüfusu durdurulamaz, hızla artmaya devam eder.

2. Abdülhamid Han döneminde de yabancı şehir planlamacılarına projeler sipariş edilmiştir. Paris Belediyesi Baş Mimarı Antoine Bouvard’a 1902 yılında tarihi yarımadaya yönelik bir planlama projesi sipariş edilmiş, bu proje de mali sıkıntılar sebebiyle hayata geçirilememiştir. Bouvard’dan sonra, İstanbul’a davet edilen Fransız mühendis Ferdinand Arnodin’dir. İstanbul demiryolu ulaşımıyla bütünleşmiş, Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan iki köprü projesi ve köprülerle bağlantılı olan çevre yolu projesini, 1900 yılı mart ayında padişaha arz etmiş, çok iddialı bir proje olmasına rağmen, uygulanamayan İstanbul projeleri olarak tarihteki yerini almıştır.

Meşrutiyet Dönemi’nde de Lyon Belediyesi baş mimarı Andre Audric, İstanbul için köprü ve tünel projeleri hazırlamış, ancak projeleri uygulanamamıştır. Dönemin belediye başkanı Operatör Cemil Paşa’da şehrin imarına yönelik icraatlarda bulunmuştur. Çırçır-Fatih, Mercan-Aksaray ve İshakpaşa-Sultanahmet bölgelerinde çıkan yangın yerlerinin yollarını yenilemiş, yeni kanalizasyon şebekeleri döşemiştir. Cemil Paşa, Sultanahmet Meydanı’nın At Meydanı olan ismini Sultanahmet Meydanı olarak değiştirmiştir. Meydanı Paris’teki Place de la Concorde’a benzeyen bir meydan haline getirmeye çalışmıştır. Meydanı açabilmesi için Haseki Hürrem Sultanı Hamamı’nı yıkmak istemiştir. Said Paşa hamamı yıktırmamış, bu eser, Said Paşa’nın hassasiyetinden dolayı günümüze ulaşabilmiştir.  

19. Yüzyıl’ın Avrupası’nın ve aynı yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun şehir planlamaları ve imar hareketlerini genel bir bakışla inceledik. Yazımızın bu bölümünde 16. Yüzyıl’da Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul’unun, şehir planlaması ve mimarlıkta ulaştığı noktaya yeniden bir göz atacağız. Bu yüzyıl; Osmanlı’da eserleriyle kendini ispat etmiş bir dâhinin; Mimar Sinan’ın yüzyılıdır. Beş padişah görmüş, Kanuni Sultan Süleyman, 2. Selim ve 3. Murat dönemlerinde, Osmanlı’nın baş mimar olarak vazife yapmıştır.  

Mimar Sinan, yaptığı yeniliklerle, mimarlık sanatını en yükseklere taşımış ve dünyayı kendisine hayran bırakmıştır. Askerlikten mimarlığa geçiş yapmış, kendini geliştirmiş, iyi bir gözlemci, düşünür ve bir hesap adamıdır. Bu tasarım dâhisi, hangi şartlarda neleri başarmıştır? Onu, diğer mimarlardan ayıran özellikler nelerdir, niçin büyük mimardır?  Prof. Dr. Reha Günay, “Sinan Neden Bir Tasarım Dehasıdır” Kitabı’nda bu soruların cevabını verir. Mimar Sinan’ın şehircilik anlayışını, zemin araştırmalarını ve yapıları nasıl gerçekleştiğini bütün ayrıntılarıyla anlatır.  

“Binlerce yıllık geçmişi olan, yedi tepeli kent İstanbul’un engebeli arazisinde yeni yapılar için yer bulmak oldukça zordu. Buna rağmen Sinan, yapıları için çok iyi yerler seçmiş ve eğimleri çok iyi düzenleyerek külliye yapılarını belirli bir hiyerarşi içinde yerleştirmesini bilmiştir. Bir tepe üzerin yer yer alan, en etkili yapısı olan Süleymaniye’nin silüeti, adeta İstanbul’un simgesi olmuştur. Şehzade, Edirnekapı Mihrimah Sultan camileri de tepelere yerleştirdiği yapılardandır.  

Sinan’ın kent içinde seçtiği ikinci arazi tipi ise sahillerdir. Sahiller, deniz yolu taşımacılığının önemli olduğu bir kentte hem ulaşım açısından hem de görüntü anlamında uygun yerlerdir. Barbaros Hayrettin Paşa, Sinan Paşa, Kılıç Ali Paşa, Rüstem Paşa, Azapkapı ve Kadırga Sokullu Mehmet Paşa gibi, kaptan-ı deryalara yaptığı külliye ve türbelerin hepsi deniz kıyısındadır.

Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde camiyi ve medreseyi bir set üzerine yerleştirmesi; Şemsi Paşa Camii’ni bir burun üzerinde, denizin her iki tarafından görülecek şekilde oturtması, yer seçiminde usta olduğunun göstergesidir. Bir sel nedeniyle yıkılan, Roma dönemi yapısı Büyükçekmece Köprüsü yerine yeni yapılacak köprü için yer ararken, eski köprünün yanlış bir zemine yapıldığını anlamış ve yeni köprüyü denize yakın, kumluk bir zemin üzerine yapmıştır.  

Eğimli arazide arsayı teraslayıp, yapı zeminini hazırlar. Toprağı tutacak istinat duvarlarını yapı içinde değerlendirir veya yapıları dayanak olarak kullanır. Kot farklarını insani boyutlarda tutar. Gerekirse yapı içinde kademeler yapar. Merdivenleri çok iyi kullanır. Süleymaniye Külliyesi salis ve rabi medreselerle (İstanbul Suriçi Süleymaniye külliyesini meydana getiren yapılar topluluğundan ikisidir) Kadırga Sokollu, Eyüp Zal Mahmut Paşa külliyeleri bu konuda iyi örneklerdir. Sinan, Tahtakale Rüstem Paşa Camii’nde düz arazide iki katlı bir çözüm üreterek hem caminin önünde duran sahil surlarının kapattığı görünüşü kurtarıp, camiye manzara sağlamış hem de bir zemin kat ortaya çıkararak, ticaret bölgesine yeni dükkanlar kazandırmıştır. Buna benzer bir başka uygulamayı Azapkapı Sokollu Camii’nde de görürüz.

Eğimli arazilerdeki külliyelere değişik kotlardan girişler vardır. Bu çözüm hem topoğrafyanın (bir kara parçasının doğal engebe ve özelliklerini kâğıt üzerinde çizgilerle gösterme işi) doğru kullanılmasını hem de doğru çizgilerin korunmasını sağlar. Ayrıca iş gününden ekonomi sağlayıp zaman kazanır, yapım maliyetini azaltır. Çeşitli girişler kullananlar için de değişik perspektifler sunar. Sinan tüm bu ilkeleri yapılarında başarıyla uygulamıştır.

Mimar Sinan, Yalnız Osmanlı coğrafyasında değil, dünya genelinde pek çok eserler vermiş bir mimardır. Eşine rastlanamayacak düzeyde bir üretkenlik sergilemiştir. Kendisinin hazırladığı belgelere göre; Sinan, Osmanlı İmparatorluğu’na 107 cami, 52 mescit, 74 medrese, 8 darülkurra, 45 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 6 sıbyan mektebi, 6 tekke, 22 aşhane, 6 su yolu, 9 köprü, 31 han ve kervansaray, 38 saray, 8 mahzen ve 56 hamam olmak üzere toplam 477 eser kazandırmıştır.

Sinan yeni yapılar inşa etmenin yanı sıra bazı mevcut yapıları da yeniden tasarlamış; bunların tasarımını denetlemiş veya onarımlarını gerçekleştirmiştir. İmparatorluğun mimarlık bürosunun (Hassa Mimarlar Ocağı) en tepesindeki kişi olan Sinan’ın emrinde çok sayıda mimar, usta ve kalfa çalışıyordu.  Bir yapıya ilişkin genel planlamayı o yapıyor, plan şemasını tayin ediyor, mimarlar da bunları ölçekli olarak çiziyordu.  Elimizde o dönemlerden kalan, proje diye adlandırabileceğimiz toplu çizimler bulunmamaktadır. Bazen bir yapıyla ilgili sadece bir plan şeması bulabiliyoruz. Sinan’ın eserleriyle ilgili, ulaşabileceğimiz hiçbir plan, kesit vb. çizim yoktur.  

O dönemin mimarlığında, mimarlar vaziyet planını ve önemli yapıların planlarını tasarlıyor; işin önem derecesine göre bazen bir cephe ve maket hazırlıyorlardı. Mimar ve yapıyı inşa edecek ustalar arasında adeta bir dil birliği bulunuyordu. Cepheler için ise, bugün sistematiğini tam olarak

bilemediğimiz bazı oranlar kullanılıyordu. Yapı ustaları ve kalfalar, kendi uzmanlık alanlarına giren kısımları, mimardan aldıkları sözlü tanımlamalar ve talimatlarla doğrudan kendileri tasarlıyorlardı. Bu yöntemle, bir işin en iyi uygulayıcısı olan kişi böylece kendi becerisini tasarımda da gösterme fırsatına erişmiş oluyordu.”

Dört yüzden fazla eserin tasarımından yapımına kadar öncüsü olan Mimar Sinan, bir şehir mimarı olarak şehrin su meselesine de çözüm getirmiştir. Kırk Çeşme tesisiyle İstanbul’un su ihtiyacını çözmüştür. 33kemeri olan 50 milyon akçelik çok yüksek bütçeli bir projedir. Bu kemerlerden dört tanesi, mühendislik, mimari ve hacimleri itibariyle abidevi eserlerdir. Bunlar; Moğlova Kemeri, Eğri Kemer, Paşadere Kemeri, Uzun Kemer ve Güzelce Kemerleridir. Roma ve Bizans dönemlerinin su kemerleriyle Mimar Sinan’ın 16. Yüzyıl’da inşa ettiği su kemerlerini birbirinden ayırmak için cephelerini incelemek yeterlidir.  

Sinan öncesine tarihlenen su kemerlerinin, temel noktasından tepe noktasına kadar duvar kalınlıkları aynıdır. Mimar Sinan kemerlerin direncini artırmak için Roma geleneğini değiştirir. Onun su kemerlerinin duvarları temelde geniş başlar, tepe noktasına doğru incelir. Sinan, topoğrafyanın ve eski altyapıların izin verdiği yerlerde bu kuralı uygular. Suyun aktığı yöne bakan cephelerine eklediği payandalarla (binayı dengede tutabilmek ve çökmesini, kaymasını engellemek amacıyla kullanılan düşey bir destek) su kemerlerini güçlendirir.  

Ahmet Hamdi Tanpınar, büyük mimara hayranlığını şöyle ifade eder; “İlahi Sinan! Ey susan taşın, konuşan hacimlerin şairi, ey maddenin uykusuna kendi nabzının ahengini hepimizin imanıyla beraber geçiren! Aydınlığı en bilgili terkiplerde eritilmiş madenler gibi yumuşatıp ondan zaferlerimize hil’atler biçen! Sen bu şehre bütün dünyanın kıskanacağı bir cami yapmakla kalmadın; insan düşüncesinin güç hadlerinden birini tespit ettin…” Sinan hepsi birer şaheser olan camileri yapmasaydı, sadece bu kemerlerle yine dünya çapında bilinir, takdir edilirdi. ”Beş yüz yıl önce su kemerlerine payandalarla destek olup, yüzlerce yıldır ayakta tutan Sinan’ın ülkesinde biz bugün, binalarımızı güçlendirecek payandalar, destekler vermeyi unuttuk. Evlerimiz, çöktü, kaydı, yıkıldı binaların altında kaldık…

Mimar Mehmet Osmanoğlu, “Şehir ve Mimari, Karton Kentlerden Ruha Dokunan Şehirlere” Kitabı’nda şöyle der; “Türk mimarisinde ev denilince, “hayat” denilen geniş avlular akla gelir, çocukların hayatını hayatlar kolaylaştırırdı. Evin hayatında, bahçesinde doyasıya oynayan çocukların ruh dinginliğini anlatmaya kelimeler yetmez. Hayata hayat katan bu güzel mimariyi terketmişiz. Ocaksız, ateşsiz, bahçesiz, avlusuz bir yapıya dönüştürülen, kibrit kutularına benzeyen apartman dairelerine talip olmuşuz.” Sinan’ın yolundan gitseydik, ruhumuza uygun evlerde, içinde hayat olan evlerde, şehirlerde yaşardık…Bugün elli bin insanımız hayattan ayrıldı. Yüz binler yaralandı, milyonlar geçici de olsa başka şehirlere göç ettiler. Şehirler, medeniyetlerin yeryüzüne nakşedilmiş izleriydi...  

Şimdi, Üstad Necip Fazıl’ı şu mısralarıyla hatırlıyor, rahmetle anıyoruz.

   Hayat mayat diyorlar,

   Benim gözüm mayatta.

Hayatın eksiği var,

Hayat eksik hayatta.

Takınsam kanat manat,

Kuş, muş olsam seyirtsem.

Bomboş vatana inat,

Matana doğru gitsem.

Mimar Sinan; dervişlik terbiyesiyle yetişmiş her Osmanlı sanatkarı gibi, imza ve mühründe, mütevazı kişiliğini göstermiştir. Mührünün ortasında “El fakir-ül hakir Sinan” (değersiz fakir Sinan) mührün çevresinde de “bende-i miskin kemine derd-mend-i ser mi’maran-ı hassa-müstemend” (fakir değersiz, aciz, dertli kul, sarayda resmi binaların yapımı ve onarımıyla uğraşan mimarların başının mührü) sözleri yer almaktadır.

Yazımızı, Mimar Sinan’ın gönüllerde yer eden şu sözleriyle bitirelim: “Gelecekte yaptıklarımı görecek insaf sahiplerinin, bu gayretimin ciddiyetini göz önüne alarak beni hayırlı dualarla anacaklarını umuyorum inşallah…” Dualar gönderiyor, rahmetle ve minnetle yad ediyoruz.  

“Erken Cumhuriyet Dönemi İstanbul’unda İmar Hareketlerini”, bir başka yazımızda ele alacağız inşallah…

Kaynakça: Esma İgüs- Hayriye İsmailoğlu, Osmanlı Kenti İstanbul’u Yıkmak ve Yeniden Yapmak Paradoksu: Menderes Yıkımları, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi- Fatih Sultan Mehmet Vakfı Üniversitesi.  
 


 


 


 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —