Tanzimat Devrine kadar, inancımıza,  milli kültürümüze, örf adetlerimize, geleneklerimize ve özellikle TÖREYE ters düşme bir tarafa, yan bakma bile mümkün değildi.

      DEVLETİMİZİ hedef alan veya onu küçük düşürücü en küçük bir hareket görülmez, görüldüğü anda da, anında başı ezilirdi.

       Tanzimat´la beraber müesseselerle, halk arasında kopmalar başlamıştır. Çünkü bu kurumlar, Türk Milletinin tarihi köklerine bağlılığından tavizler vererek, Batı taklitçiliğine benzemeye başlamış dolaysıyla milletin inançlarına ve devletin ülküsüne aykırı bir gelişme izlemişlerdir.

     Bu kurumların mensupları, kendilerini milletin üstünde görerek, Millete hizmet değil onu ıslah etmekle görevli insanlar gibi davrandılar, millete üstten bakmışlardır.

     Tanzimatçılardan sonra gelen, Meşrutiyetçiler de küçük farklarla aynı yoldan devam ettiler. İttihatçıların aşırı ve hırslı davranışları, daha da kötüsü aralarına aldıkları veya arlarına sızan bir kısım gayrı TÜRK ve gayri Müslümlerin yıkıcı ve düşmanca yol izlediklerini görememişlerdir.

     Milletten kopuk olarak meydana gelen zümre, Cumhuriyete kadar devam ederek gelmiş ve Cumhuriyetten sonra laikliğin kabulü ve özellikle yanlış yorumlanması, halk ile kurumlar arasındaki bağları tamamen koparmıştır.

      Maaşlı kısım, sözüm ona Devlet adına Kendi halkını beğenmemeye ve onu terbiye etme cüretine girişmiş dolaysıyla halkı Cumhuriyetten soğutmuş ve Devletine mesafeli davranmaya zorlamıştır.

     Batının, hukuki ve idari yapısının, kendi tarihi ve idari yapısının sonucu olduğunu, asla bize uymayacağını milletten kopmuş olan idarecilerimiz bir türlü görememişlerdir.

     Şu an içinde bulunduğumuz ruhi anarşinin sebebi, inandığımız değerlerle uyguladığımız değerlerin farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Dolaysıyla melezleşmenin arkasından piçleşme gelmektedir.

     Yaşadığımız hayat devamlı ikilem içerisindedir. Bir tarafımız doğulu, bir tarafımız batılı, diğer tarafımız; Türklü,  arablı, Farslı, sözüm ona demokrat ve yani ne ararsan bulunan aveme gibiyiz. İşte bu açıdan melezleşme ve piçleşme oranı devamlı artmaktadır.

     1839- 2002 yılları arası 163yıl,  bu millet devamlı kendini aramakla geçirmiş 2002 den itibaren kendini bulmaya başlamış. Bulma noktasına gelmeye başladığında da hain fırkacılık veya iç ve dış düşmanlar buna asla izin vermek istememişlerdir. Geçen 163 senede irili ufaklı,30 den fazla ihtilal ve ayaklanma olmuştur.

     İşin aslı ve özü, kayıtsız şartsız Alpaslanların, Osman ve Orhan Beylerin, Fatihlerin, Yavuzların, Kanunilerin, Hacı Bayramların, Mevlanaların, Hacı Bektaşların, Yunus Emrelerin yolunda gitmeyi başaramamış olmamız. Yani kendimize dönemeyişimizdir.

     Aslımız olan Türk-İslam NİZAMINA kavuşmalıyız. Şuradan, buradan alıntılarla,  kökümüze uydurulmaya çalışılan gayretler, yani aşılamalar bizi bizden almakta ne olduğu bilinmeyen bir yerlere sürüklemektedir. Bu sürüklenmenin ardından da Melezleşme ve Piçleşme gelmektedir.

       Uygulanan hukumuz, inancımıza, örf âdetimize ve milli birliğimize uymadığı için güven vermemektedir. Keza güvenlik anlayışımız da aynı hukuk kaynağına göre uygulandığından bir türlü rayına oturmamıştır. İthal edilen hiçbir şey bizim değerlerimizle bağdaşmamaktadır.

     İnandığımız değerlerle, uyguladığımız değerler uyuşmamaktadır. İnsanlarımızın istikametlerini şaşırtmaktadır. İnsanlarımız hangi yolla nereye gideceklerinden emin olamamaktadır.

     Doğru ve düzgün insan veya vatandaş olmanın ölçüsü karıştırılmaktadır. Doğru ve dürüst çalışkan insanın önemi tekrar vurgulanmalı Ehliyet ve Liyakat esasına göre davranılmalıdır.

     Hepimizin adımız gibi bildiği tek gerçek; eğitim meselesi çözülmeden de hiçbir konuyu halletmenin imkânı yoktur. Eğitimimiz Dünya vatandaşı mı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı mı yetiştirecek pek belli olmuyor. Eğitim yerli ve milli olmaktan haylı uzak duruyor.

     Biz milletçe, sıkıntılara hatta yer yer eziyet çekmeye alışkın bir toplumuz. Şeref ve haysiyet yokluğu hariç her yokluğa katlanabiliriz. Ekonomik krizleri, iç ve dış hainlerin gayretlerini bu millet canıyla, malıyla def eder, Yeterki yöneticilerimiz onu aşağılamasın, bölmesin, adaletsiz olmasın.

     Şu anki, Devlet ve hükumet yöneticilerimiz haysiyet durumuna çok dikkat etmelidir. Bizim cemiyetimiz bunları asla affetmez, bağışlamaz ve de günü zamanı gelince hesabını kesinlikle sorar.

     Sözün özü, eğitimcilerimiz Devletimizin en üstte yer alan vatandaşları olmalı vede en üst düzey gelir seviyesine sahip olmalılar. Tabi ki eğitimimizde geçekten milli olmalı.

     Ana sınıfı ve ilkokul öğretmenlerimiz, özellikle fakülte mezunu olmakla birlikte hangi okulu bitirdiklerine göre değil, Milli ve Manevi değerlerimize bağlılık ülküsünden imtihan edilerek alınmalıdır.

      İlk dört yıl kim olduğu, hedefinin ve milli varlığının ne olduğu öğretilmeli ki hayat boyu kendini kaybetmesin, milli varlığını muhafaza etsin.

       İşte bu şekilde ki öğretmenlerin yetiştireceği öğrencilerle, yeryüzünde kalkınmış, Devletine ve Milletine saygı duyulan bir noktaya geliriz. Aile birliğimizi de muhafaza ederiz.

     Aksaray İlinde yaklaşık SEKİZ BİN öğretmen bulunuyor, iyi ki 1980 ihtilalinden sonra Hasan Sağlam paşa milli eğitim bakanı olarak öğretmen evlerini yaptırmış. Geçen 38 yılda hangi iktidar bu yapının üzerine taş koydurmuşsa koyduğu taşı benim başıma vursunlar. Yazıklar olsun, nutuk bari atılmasın.

                                                Hayrola, Muvaffak ola Muzaffer ola.


27.12.2018 22:58:36

Rasim Gül

Melezleş me

Melezleş me